Yet(e)meyen bir endişe bahsettiğim.

Şimdi size insanın daha kendini bile anlayamamışken bir başkasını anlamak için kafa patlatması adlı ironiden bahsedeceğim biraz. Çok bir şey bildiğimden değil de nacizane bir iki yaşanmışlığımız var, bir tanesi fırından yeni çıktı, tazecik.
Bu sıralar içimden geçenleri adlandırabilmek için gerçekten büyük çabalar sarf ediyorum. Çok uzun bile sayılmayacak bir uğraş sonunda üstesinden gelmeyi başardığım sonucuna ulaşmışken, hiç hesapta olmayan birtakım durumlar her şeyi tepetaklak etti daha bu sabah. 
"Ben ne yaptım?" aşamasını neredeyse tam anlamıyla geçmiştim ve hatta "Ben ne yapıyorum?" diye sormayı bile bırakıyordum yavaş yavaş, sigaraya başlıyordum yavaş yavaş. Yine de işin güzel yanı "Bundan sonra ne yapacağım?" diye kıvranmama sebep olacak yerlerde bile değildik ve 'yaşanmamalıydı, yaşanmıştı, olsundu' mantığını aklımca benimsediğimden bile neredeyse emindim. Sonra hiç olmayacak bir şey oldu."Senin için endişelendim." kadar bir şey.
Bu çok değerli bir şey olsa gerekti. Biri için endişelenmek her şeyden daha güzel anlatıyordu sanki verilen değerin ne derece gerçek olduğunu. Ve bunu bilmek insanı her şeyden çok mutlu etmeliydi.
Yapılan araştırmalara göre pek de öyle olmuyormuş maalesef. Hadi oradan.
"Bilse bir şeyler değişir mi?" adlı çalışmam sonucu tahmin etmekten öteye gidemiyor. Elim o telefona bir türlü gidemiyor. Gözlerim bir fotoğraftan öteye gidemiyor. 
Tüm sorularımdan ustaca sıyrıldığımı düşünürken olacak iş miydi şimdi bu be Turgut Uyar? Gel yine gel sen. Halden anlayan kaç kişiyiz şunun şurasında.
Herhangi bir şeye halim olmamasına alışmaya çalışıyorum. Konuşmaktan bile yorulmaya ve artık ne hissettiğini bilememekten ziyade galiba hiçbir şey hissetmiyor olmaya alışmaya başlıyorum. Ben galiba bundan başka bir şey değil(miş)im. Ben de bu kadarım. Tamam, kabul, bu kadar kalayım da neden herhangi bir halimle bile sevilemiyorum? Benimle mutlu olamayacak insanlarla çok mutlu olacağımı sanmam adlı ironiden bahsediyorum. Buralar neden bu kadar karanlık?
Terzinin dikemediği sökükleri var hala. Denemediğinden değil inanın hatta artık denemekten yorulur oldu. İpliklerini başka sökükler için tüketiyor da kendi sökükleri her yeni adımda ayaklarına dolanıyor. 
Kendini bile boş verip başkalarını iyileştirmek için harcıyor önceliklerini. Onun iyileştirme umudu her zaman var da bazıları onu yakınına bile yaklaştırmıyor. Bazıları yeninin sarsacağı tahtlardan korkuyor. Sevgili terzimiz o bazılarını hiç mi hiç anlamıyor. Denemeye bile umudu olmayan insanların yaraları iyileşmiyor ve maalesef bu sadece onda yeni yaralar açmaya yarıyor.
"Bu şehirde henüz anı biriktirmeye başlamadım" temalı cümlelerden sonra, 'tam bir hafta önce bu saatlerde' adlı ironi tüm bu bahsettiğim. 
Yastıklar daha önce hiç olmamış bir şeyin yerini pek tabi tutuyorlardı. Şimdi ister istemez nefes alma kabiliyetinden yoksun oluşları birtakım eksiklikler yaratıyor. Bunlara bir takım arayışlar ve özleyişler ekleniyor. Bunlar hep 'endişe' denen o şey yüzünden. Çünkü bu gerçekten dünyanın en güzel şeyi olmalıydı. Hala denemeye değmiyor mu? Yazık.
Galiba yapacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder