Tekrar deneyiniz.

Rüyada görülen bir şeylerin kokusunu duyabilmek mümkün müydü? Başka açıklama bulamıyordu. -Tabi ki annesinin cevizli kekinden bahsediyordu-
Yine ‘bugün o şarkıyı dinlemeyeceğim’ kendini kandırmacasıyla başladı güne. Yapabileceğini düşündüğü tek ‘bir çeşit uzaklaşma’ eylemi olarak o gün telefonların hiçbirine cevap vermemeyi planlıyordu -çok sık çalacağını bile sanmıyordu.-
Gözünü açar açmaz -istediği büyüklükte ve şiddette olmasalar bile- karla karşılaşmıştı, aslında gülümseyebilmesi gerekirdi. Bir şeylerin yanlış olduğunun çok uzun süredir farkındaydı. Günlük olaylara, insanlara, belki bir nebze heyecanlara düşündüğünden fazla kaptırmıştı belki ama içeride bir yerlerde -o şarkı sayesinde fazlaca yüzeydeydi artık- çok yanlış giden şeyler olduğunu biliyordu.
Çaya kaç şeker atacağını bu kadar uzun süre düşünmemeliydi. Yapacak çok fazla şeyi ve onları yapabilmek için çok az enerjisi vardı. Saat bazında düşününce aslında sağlam bir uyku çekmişti. Uykuya dalmadan önce gecenin en mükemmel önerisine tanık olmuştu ‘yatıp uykumda ölmeyi bekleyeceğim’. Denemeye değerdi.
Hiç durmadan konuştuğu -konuşabildiği- zamanları hatırlıyordu. Artık o cümlelere yeni bir özne bulmak, yeni bir yorgunluktan başka bir şey ifade etmiyordu. Eğreti duruyordu, hayır onların suçuydu. Çünkü her seferinde hatayı kendisinde bulduğu senaryolar artık gerçekçi gelmiyordu. Hayatta biraz da adalet olmalıydı -en azından biraz-.
Kendi kendine oynadığı küçük oyunları artık ilgisini çekmiyordu. Çünkü zaten o çorabın tekini bulamadıkça mutlu olamayacaktı. Keşke her şey kazı kazan kadar basit olsaydı -kısa ve öz-.
Kar durdu sonra. Belli ki bir an önce gelebilmek adına çok fazla şeyden vazgeçtiği şehir bile onu ‘o kadar da çok’ sevmiyordu. Aslında olmak istediği tek yer karşılaşacağı şeylerden en çok korktuğu yer haline gelmişti.
Önemli olan ortak zevkler, ortak mekanlar, ortak herhangi bir şeyler değildi. Anlayan biri lazımdı. Yargılamayan, eleştirmeyen, korkutmayan ama anladığından her şeyden çok emin olduğu biri -sahlep içerlerdi-. Zaten kendini yeterince yargılamamış mıydı? İşte o adalete tam da bu noktada ihtiyaç vardı. Yine de bulacağına dair artık neredeyse pes ediyordu.
Kimileri değer gördüğünü ya da değer verme ihtimalinin olduğunu düşündüğü durumlarda kaçıyorlardı, kimileri de değer görmediğini hissettiği durumlarda. Her şey eninde sonunda kaçmaya bağlanıyordu ya işte yüz yıl da geçse neden biz olunamayacağı anlam veremediği tek şey olacaktı.
‘Balık aldım, akşam erken gel.’ cümlesi bir insanı ne kadar dağıtabilirdi? Tek sorunun belki de özlemek olduğunu fark ettiğinde henüz çok geç değildi. Biraz daha düşününce buna alışamamışlık da eklenebilirdi -sadece alıştığına dair kendini ikna etmek için o kadar uğraşmıştı ki belki de bu kadar uğraşıp sonuca varabildiği tek şeyi bir çırpıda hiçe saymak zor geliyordu-.
Gece üstüne yattığı için kolunun hissizlik derecesinde uyuşmasını kaç insan severdi? Koluna tırnaklarını geçirip çimdiklemek hatta ısırmak ve hiçbir şey hissetmemek ya da kolunu havada tutamayıp kendi kendine aşağı düşmesini izlemek kaç insanın hoşuna giderdi? Biraz daha hissiz olabilmek için çok fazla şey yapabilirdi. Kimileri bunun çok değerli bir şey olduğunu söylerdi. Bir şeyler hissedebilmek, bir duyguyu tüm hücrelerinin yaşadığını hissedebilmek -psikolojik olduğundan adın kadar emin olduğun ama yine de fiziksel etkilerine engel olamadığın acının da mı?-
Sıcacık yanan kalorifer yolunda giden nadir şeylerdendi. Çünkü artık o yolunda gitmeyen şeyler giderek normalleşiyor, yadırganmıyor, alışkanlık haline geliyordu. Hatta bunun farkında olmanın yarattığı o rahatsızlık hali bile eskisi kadar huzursuz etmiyordu.
Ama kalabalıklaşan ortamlar ve tamamlanamayan yazılar yine her şeyi başa sarıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder