Bu sabah farklı uyanmayı umuyordum.
Dün gece -aslında tahminen sabaha karşı- hayatımdan gelip geçen tüm
insanlar -aslında daha çok erkekler-, aşklar ve acılar için bir(1)
dakikalık bir saygı duruşunda bulundum. Öldürdüm onları ve bu sabah
farklı uyanmayı umuyordum.
Yalan yok. Şu an bir arkadaşımın evinde, elimde uyku sersemliğiyle
demlediğim çay ve üç(3) saatlik uykuyla bunları yazıyorum. Bir yerlerde
fotoğraflar görüyorum. Bir yerlerde birileri beni düşünmüyor. Masanın
üzerinde bir adet Turgut Uyar duruyor. Yapacak çok fazla şey yok, sevgim
acıyor. Ve Büyük Ev Ablukada’nın kesinlikle başka bir dünya olduğuna
inanıyorum, gel beraber diye değil.
Kafa patlatmak işe yaramıyor mesela artık. Bazı şeyler
ispatlanamayacağından çıkıp karşısına açık açık sorulamıyor. İnanmak
lazım geliyor. İnsanın içi el vermiyor. “Nasıl olur?” diye kocaman bir
ağırlık insanın iki ciğerinin ortasına oturuyor -pek tabi biraz da
sigara dumanı-.
Vazgeçtim dediğim o temalara geri dönüyorum çünkü açıkçası başka türlüsünü de pek fazla bilmiyorum. Yalan yok.
Bazı anlar unutuluyor mesela, üzgünüm. Sanki bir filmde izlemiştim ya
da bir kitapta okuyup da gözümde canlandırmayı denemiştim gibi. “Ben
yaşamış olamam” diyorum, çok üzgünüm. “Ben yaşasam böyle olmazdı
arkadaş!” isyanı beni ele geçiriyor, kendimi kandırmayı seçiyorum. Biraz
da korkaklık sanıyorum. Yüz yüze gelemiyorum. Yalan yok.
“Nasıl olsa geri dönemiyoruz bari kolayı seçeyim” diyorum. “Ben bu
değilim” duvarına tosluyorum. “Ben bu olmalıyım” diyen sesi
bastırmadığım zaman büyüdüm diyeceğim. Değişmekten korkuyorum ben, yeni
benle nasıl baş ederim bilemiyorum ben. Aslında daha vahimi yeni ben
denemesi başarısız olursa diye her şeyden çok korkuyorum ben. 18 yaşında
bir insanın başarısızlık kapasitesi ne kadardır bilen var mı? Çoktan
aştığımı hissediyorum. Yorgun gibi. Kolunu kıpırdatacak hali yokmuş da
biri gelip o kolu beline dolasın istiyormuş gibi.
Çay olmasa napardık?
Klavyeden çıkan sesle hipnoz oluyorum -pek tabi biraz da sigara
dumanı-. “Uyuşmuş gibi yaşıyorum” tanımı aklıma ilk düştüğünde “Kendine
haksızlık etme!” demiştim, yanılmışım. Ufak bir eklemeyle “Uyuşturulmuş
gibi yaşıyorum”. Yalan yok. Sadece ve sadece “Turgut Uyar’a haksızlık
etme!” var.
Ve ev ne güzel şey var bir de. Ev cidden ne güzel şey. İnsanın aklına
şey geliyor, başlı başına sadece ev bile böylesine güzelken hangi puşt bizi üzen? -puşt vurgulu orda, çok rica ediyorum-
Bu sabah farklı uyanmayı umuyordum demiştim değil mi? Demiştim. Peki, bunu geçelim.
Ben buradan çıkamıyorum. Yalan yok. Aynı şeyleri saatlerce konuşurum,
pes etmem düşünürüm de çıkamıyorum be. Debeleniyorum. Deliriyorum.
Dönüp duruyorum. Değişemiyorum. Dahası da var da çaktırmamaya
çalışıyorum. İşte buralar çok fena çaresizlik kokuyor. “Çözümsüzlük, her
zaman kazanırsın” demeden geçemiyorum.
Birazdan güzel bir kahvaltı edeceğim düşüncesi biraz olsun iyi
geliyor. Çünkü ‘yemek yemek üzerine ne düşünürsünüz bilemem ama
kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’. Bir de o benim hazırladığım
en güzel kahvaltı değildi, çok şey kaçırıyorsun, yazık. Geçelim buraları
zaten o yokuş da dünyanın en çirkin yokuşuydu. Dünyanın en çirkin
çakmağı kadar değerli olamazdı.
Şimdi buralardan gitmeli. Yalan yok. Buralar fazlaca hapsolmuşluk kokuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder